Tarihi Çeşme ve Sebiller

Ç E Ş M E  V E  S E B İ L L E R


SU YOLLARI HARİTASIDamat İbrahim Paşa Su yolu haritasından detay.

Türk ve İslam Eserleri Müzei
Envanter No:3336 


Temelde, temizlik ve içme suyu ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan çeşmelerin ve sebillerin İstanbul’un mimarî dokusunda bıraktığı derin izlerin; hem Osmanlı Pâyitaht’ı olmasından, hem de başından itibaren dinsel-sosyal işlevle içiçe geçmiş olmasından kaynaklanan farklı özellikler içerdiğini hatırda tutmak gerekmektedir. Osmanlılar, bir yandan kamu yapıları için pratik olgulara ve gündelik gereksinimlere değer verirken, diğer yandan bu yapılanların estetik çevre düzenlemeleri içinde olmasına ve çeşitli şekillerde zenginleştirilmelerine de önem veriyorlardı. Çeşmeler ve sebiller, estetik ve pratik kaygıların üstesinden gelinmesinin incelikli örnekleridir. İstanbul çeşmelerini ve sebillerini incelemek, Osmanlılar’ın “gelenekçi” yapısına bakmak kadar, aynı zamanda Osmanlı mimarlığının klasikten çağdaşa doğru izledği değişimi incelemek anlamına da gelmektedir.
“Çeşme”, kelime anlamı olarak, Farsça’da “göz” anlamına gelen “çeşm” kelimesinden türetilmiştir. Su çıkan kaynak, pınar ve gözlere “çeşm” denilmesi, bunların akıtıldığı küçük yapılara çeşme denilmesine neden olmuştur. Çeşmeler su mimarisinin en yaygın örnekleri olmalarının ötesinde, her dönemde Türk şehirlerinin en önemli öğeleri arasındadırlar. Selçuklular döneminden itibaren, dinî yapılarla bütünleşik ya da bağımsız bir yapı olarak çeşmelerin inşa edilmiş olduğu bilinmektedir.

ÜÇ PINAR ÇEŞMESİİç Anadolu, Osmanlı, 17.yüzyıl

ŞADIRVANSultan Selim Camii

şadırvan avlusu, Edirne.

Adell Armatür Koleksiyonu 


Osmanlı dönemi İstanbulu’nda su dağıtımının da benzer öncelikler altında şekillenmiş olduğunu kabul edebiliriz. Çünkü; Osmanlı toplum hayatının odak noktaları olan camii ve özellikle ana işlevlerinden biri “temizlik” olarak düşünülen külliyelere su temin edilmesi temel önemde idi. Oldukça anlamlı olarak, “şadırvan” adı verilen ve yalnızca camii ve külliyelerin bir parçası olan su yapıları da gelişmiştir. fiadırvanlar, çeşme ve sebilllerden ayrı olarak düşünülmesi gereken su yapıları olduklarından makalemizde ayrıntılı olarak değinilmemekle birlikte, şunu belirtelim ki; camide ya da medreselerin dershane-mescidinde, hem abdest almak gibi önemli bir dinsel işlevin yerine getirilmesinde, hem de etrafı monoton revaklarla çevrili camii iç avlularındaki boşluğun estetik olarak değerlendirilmesinde önemli işlev görmüşlerdir.
Suriçi İstanbulu’nun su mimarisi için belirleyici nitelikte olan bir diğer unsur da; Anadolu ve Balkanlar’dan getirilen insanlarla nüfusu artırma çabası içine girilmiş olmasıdır. fiöyle ki; birçoğu günümüzde yaşayan mahalle isimlerinin de gösterdiği gibi, yeni gelenler, genelde diğerlerinden farklı, etnik ve kültürel olarak bütüncül bir çevreye, “mahalle”ye yerleştiriliyorlardı.Mahalle olarak adlandırılan bu küçük ve genelde homojen birim, her dönemde hepsi zorunlu olarak aynı anda bulunmaları gerekmeyen ve üstelik etnik ve dinsel yapıya göre değişiklikler gösteren bazı kamusal ve ortak mimarî öğelere sahipti. Örneğin Müslümanlar açısından; ibadethâne (camii ya da mescid), mektep (Sıbyan mektebi), türbe (Âlim ya da ermiş bir kişinin zamanla kudsiyet kazanan mezarı), hamam ve bazen ortak kullanıma ait bir yapı ile bütünleşik, bazen meydanda ayrı olarak, bazen de bir evin duvarına bitişik duran çeşme, bu kamusal mimarî öğelerin başında geliyordu. Zaten İstanbul’da suyu ileten tek bütüncül bir sistemin olmadığı, ancak suyu belirli komplekslere taşıyan tek tek su yapılarının olduğu bilinmektedir. Çoğu zaman da yeni komplekslere taşınan su, tamamen yeni bir mahalle kurmak veya çevresinin kentleşmesini teşvik etmek için fırsat oluşturdu. Sonuç olarak yeniden yapılandırılan şehrin bu özellikleri, Osmanlılar için halka suyu dağıtmanın, yani çeşme ve sebiller yapmanın gerekliliği yolundaki düşünceyi pekiştirmiş olmalıdır. Tüm bunlara karşın, suyun azlığından ötürü dikkat edilmesi gereken kurallar vardı. Söz konusu kurallara göre; nereye ne kadar su gerektiği belirlenir ve ölçümler yapılır, ne sekilde tevzi edilecegine kararlar verilir ve ona göre mahallelerdeki dagıtım yapılır ve belirli yerlerde çesmeler inşa edilirdi.

Çeşme mimarisinin elemanlarını gösteren çizim.
Çizen: Mimar Pınar Gök 


Tarihsel gelişmelerin doğal sonucu olarak İstanbul’da yaşayan insanların büyük çoğunluğunun değişmiş olması gibi, su ihtiyacının karşılanması için kullanılan yollar da değişmiş, özellikle Suriçi bölgesinde, evlerin altında kalan kapalı sarnıçlardan su çekilmeye devam edilmiş olsa da (bkz. Roma ve Bizans Dönemlerinde İstanbul’da Su Ve Su Mimarisi adlı makale), genel olarak sarnıçların yenileri inşa edilmediği gibi, var olan eski sarnıçlar da, Bizans döneminde sahip oldukları hayatî önemlerini kaybetmişlerdir. Osmanlı dönemi ile birlikte halk, su ihtiyacının hemen hemen tamamını çeşmelerden ve daha sonraki dönemlerde giderek yaygınlaşan sebillerden karşılar hale gelecektir. Çünkü, hemen her sokağa hayır yapısı olarak çeşme yaptırılması sağlanmıştır. Yalnız İstanbul tarafında, yani Osmanlı döneminde Nefs-i İstanbul (Asıl İstanbul) olarak anılan Suriçi’nde, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden kitâbeli 400 kadar çeşme bilinmektedir.
İstanbul’da en eskiye tarihlenen çeşme, Cerrahpaşa’daki Davud Paşa Çeşmesi’dir. Davud Paşa Camii’nin avlu duvarına bitişik olarak, kesme taştan yapılmış olup, son derece sade görünümlüdür. Kitâbesinde külliyenin yapılış tarihi olan H.890/M.1485-6 tarihi yazılmış olmasına rağmen, banisi Davud Paşa’dan “merhum” olarak bahsedilmesi, ölüm tarihi olan 1498’den sonra yapılmış olduğunu düşündürmektedir.

TOPHANE ÇEŞMESİFotoğraf: Sebah Joaillier, 1885

Adell Armatür Koleksiyonu 



III. AHMED ÇEŞMESİ1873 yılındaki dünya sergisi için hazırlanmış olan, L'Architecture Ottomane-Die Ottomanische Baukunst, Constantinople,1873 adlı eserlerden.

Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Envanter No:2254 


Diğer yandan, İstanbul'un fethinden önce, şehir surlarının dışında, Türklerin bulundukları bölgelerde çeşmeler yapıldığı bilinmektedir. Anadolu ve Rumeli hisarları civarındaki bazı çeşmeler bu dönemden kalmış olmalıdır. Ayrıca, Topkapı Sarayı’ndaki bazı çeşmelerin, Bozdoğan Kemeri’nin altında yer alan ve Atatürk Bulvarı açılırken kaldırılan Kırkçeşme’nin ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde yer alan kitabesiz bir çeşmenin de Sultan II.Mehmed (Fatih) dönemine ait olabileceği düşünülmektedir.
İstanbul çeşmeleri, mimarî, şehir planlaması, sanat tarihi ya da kullanım amaçlarına göre ve farklı açılardan değerlendirilmişler, farklı sınışandırmalara tabî tutulmuşlardır.112 Üstelik yukarıdaki ayrımlara başkaları eklenebileceği gibi, tekil olarak düşünülmesine izin vermeyecek şekilde birbiri içine geçmiş özellikleri ön plana çıkarmak da elbette mümkündür. Örneğin, Topkapı Sarayı’nın dördüncü avlusunda, Sultan İbrahim’in (hd.1603-1617) sünnet odasının dış kısmında yer alan çeşmenin; hem yer aldığı mimarî bütünün bir parçası olarak, hem sanat tarihi içindeki yeri değerlendirilerek ve hem de kullanım amacının113 göz önünde tutularak değerlendirilmesi zorunluluğu vardır.

NAMAZGAHLI ÇEŞME GRAVÜRÜFarrio(Giulio) 2. Custome Antico E Modrno isimli kitaptan bakır baskı gravür,1827

Adell Armatür Koleksiyonu 



ÜSKÜDAR MEYDAN ÇEŞMESİ19.yüzyıl

Adell Armatür Koleksiyonu 


İstanbul çeşmeleri, çeşitli koşullarla belirlenen, kamusal ve özel mimarî bağlamlar içinde yer alırlar. Bu durum, çeşmelerin kullanım amaçları açısından “özel çeşmeler” ve “kamusal çeşmeler” biçiminde temel bir ayrıma tabî tutulabileceğini gösterir. Özel çeşmelerin hepsi “iç mekân çeşmeleri” olarak karşımıza çıkarlar. Kamusal çeşmelerin çoğu mimarî bağlam anlamında; “dış mekân çeşmeleri”dir. Öte yandan dış mekân çeşmeleri kendi içinde çeşitli farklı tiplere ayrılabilirler. Hattâ bir bahçe ya da avlu içinde kullanıma sunulmuş farklı biçimlerdeki daha mütevazî örnekleri de bulunmaktadır.
İç mekân çeşmelerinin günümüze çok sayıda örneği ulaşmıştır. Burada söz konusu olan, suların toplandığı maksemlerden, künklerle saray ve konaklara getirilen suların akıtıldığı, duvarda yer alan çeşme aynası, musluk ve yalaktan oluşan, genelde başka bir yapı ile bütünleşik düşünülen, nispeten küçük çeşmelerdir. Topkapı Sarayı’ndaki onlarca örnek göz önüne alındığında, dönemin bezeme anlayışına göre titizlikle işlenmiş olduklarını söylemek mümkündür.
Dış mekân çeşmelerinin büyük bir çoğunluğu da, başka bir yapı ile bütünleşik, onun bir parçası olarak tasarlanmış, klasik biçimlenişe uygun yani duvarda çeşme aynası, musluk ve yalaktan oluşur. Genellikle bu tür çeşmelere “duvar çeşmesi” ya da “cephe çeşmesi” adı verilmektedir. Herhangi bir yapıdan bağımsız olan bu çeşmeler, İstanbul’un mimarî imgesinin en belirleyici olanları arasında kabul edilirler. En önemli örnekleri, “meydan Çeşmesi” ve “İskelebaşı Çeşmesi”adını almalarının doğruluğunu gösterecek şekilde, bir meydanın ortasında ya da iskeleye bakan meydanda, çok cepheli olarak inşa edilmişler ve doğrudan doğruya anıtsal bir yapı olarak tasarlanmışlardır. Çok cepheli bu çeşmelerden önce; “Çatal Çeşme”denilen, iki ya da üç cepheli ve her cephesinde bir lülesi  bulunan çeşmelerin Sultan II. Mehmed (Fatih) döneminden itibaren inşa edilmiş olduğu bilinmektedir.
Meydan Çeşmeleri; önceleri oldukça sade görünümlü iken özellikle 18. yüzyılın başından itibaren, sanatta Batı’ya açılışın gerçekleşmesi ile, son derece gösterişli yapılar haline gelmişlerdir. Topkapı Sarayı’nın dış kapısı önünde (Bâb-ı Hümâyûn) inşa edilmiş olan III. Ahmed Çeşmesi (/H.1141/M.1728 tarihli) dönemin sanat anlayışını açık şekilde yansıtmaktadır. Yine III. Ahmed tarafından yaptırılmış olan Üsküdar Meydan Çeşmesi (/H.1141/M.1728 tarihli) ve bunların devamı olarak I. Mahmud tarafından yaptırılan Tophane Çeşmesi (/H.1145/M.1732- 33 tarihli) ve I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan tarafından yaptırılan Azapkapı Meydan Çeşmesi (H.1145/M.1732-33 tarihli), abidevî özellikleriyle bugün de İstanbul’u süslemektedirler.
Diğer yapılardan bağımsız olmakla birlikte, sebille, namazgâhla, kapıyla, türbe-hazireyle ve sıbyan mektebiyle, yani bir mimarî bütünün parçası olarak işlev gören çeşme örnekleri mevcuttur.125 Sultan III. Ahmed’in Topkapı Sarayı’nın dış kapısı önünde (Bâb-ı Hümâyûn) inşa edilmiş olan III. Ahmed Çeşmesi, Azapkapı Meydan Çeşmesi, sebille birlikte olan çeşmelerin en önemli örnekleridir. Kadırga’daki H.1182/ M.1768 tarihli Esmâ Sultan Çeşmesi’nde126 ve Topçular’da bulunan H.1027/M.1617 tarihli Sadrazam Mehmed Paşa Çeşmesi’nde127 üst örtü namazgâh olarak kullanılmıştır. Eminönü’ndeki Rukiye Kadın Çeşmesi türbeyle birlikte tasarlanmıştır. Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde (H.1147/ M.1734 tarihli) avlu kapı tasarımına çeşme de katılmıştır. Özellikle işlevlerin biraraya getirilmesine güzel bir örnek olarak, Vefa semtindeki Recai Efendi Sıbyan Mektebini (1775 tarihli) vermek mümkündür. İki katlı olan yapının alt kat cephesinin hemen hemen tamamı, bir mimarî bütünün son derece uyumlu parçaları olarak görünen çeşme ve sebilden oluşur.

UŞŞAKİ TEKKESİ ÇEŞMESİYedikule, İstanbul. Çeşmenin ayna taşında, 16. yüzyılın ünlü hattatı Ahmed Karahisarî’nin, günümüzde Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan albümünde yer alan, müselsel besmelesi üslûbundaki Kelime-i Tevhid kitabesi yer alır. Uşşakî Tekkesi Çeşmesi, henüz o dönemde, bezemenin çok farklı algılandığının en güzel örneğidir. (19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başlarından cam negatif) 



VALİDE SULTAN CAMİİAksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii'nin sıra çeşmeli ve yalaklı girişi.
Fotopoint,1910 


İstanbul çeşmelerinin, cephe tasarımına ve süslemesine yönelik tipolojik bir çözümleme Osmanlı sanatının Pâyitaht’ta geçirdiği gelişimi kavramak açısından önemlidir. İlk çeşmeler muhtemelen son derece basit ve sade su yapıları idi. Bunlar Anadolu’da halen görülebilen, taştan, sivri kemerli duvar nişleri şeklinde, bazen kabartmalarla işlenmiş, bazen de kitabeli bir ayna taşı ile kapanmışlardır. Su, yapının ortasındaki lüleden, öndeki yalağa akıtılırdı. İstanbul’daki en eski kitabeli çeşme olan Davud Paşa Çeşmesi’nin hemen hemen bu tanıma uygun, sade bir yapı olması oldukça açıklayıcıdır. Klasik üsluptaki çeşmelerin, genel olarak, sade yapılarını 18. yüzyıla kadar devam ettirdikleri kabul edilmektedir. Hayvan tasvirli Kazlıçeşme (Kazlı Çeşme, H.953/M.1546-47 tarihli), Yedikule Uşşakî Tekkesi’ndeki Ahmed Karahisarî’nin müselsel besmelesi üslûbunda Kelime-i Tevhid kitabeli çeşme (H.970/M.1562-63), istisnaî örnekler olarak görünür.
Batılı sanat anlayışının girmesi ile birlikte yüzeylerin zengin bezemelerle kaplanması düşüncesi de kendisini göstermiş, bu dönemden itibaren birçok sanat eserinde olduğu gibi, çeşme mimarisi de yeni bir biçim almış ve yeni sanat anlayışı en derin izlerini III. Ahmed Çeşmesi gibi eserler üzerinde bırakmıştır. Cephe tasarımı ve bezemeler üzerinde yapılan değerlendirmeler, bu sürecin başlarında bezemelerin yoğunlaşmasına karşılık klasik cephe düzenlemelerinde değişiklik olmadığını, ancak Lâle Devri’nin sona ermesinden sonra, 1740’lı yıllardan itibaren bunun da değişmeye başladığını göstermiştir. Bu dönemden itibaren, klasik üslûbun stilize bezeme anlayışı, Barok üslûbun natüralist bezemeleriyle birlikte görülmeye başlar. Osmanlı sanatının bu yeni bezeme üslûbu, bazen stilize edilerek kullanılmış, bazen de üçüncü boyut denemeleriyle natüralist üslûbun abartılı örnekleri meydana getirilmiştir. Farklı denemelerin görüldüğü bu dönemin en ilginç örneği, Nuruosmaniye Külliyesi’ndeki Sultan III. Osman Çeşmesi’dir (1756).

AZAPKAPI ÇEŞMESİAzapkapı Çeşme ve Sebili (L'Architecture Ottomane-Die Ottomanische Baukunst,Constantinople,1873) 


Osmanlılar’ın inşa ettiği son büyük külliyedeki bu çeşme, çeşitli öğeleri biraraya getirmiş ve “bir tiyatro dekoru gibi” üçüncü boyut verilmek istenmiştir.137 Çeşme mimarisindeki yeni denemeler yalnızca yüzey bezemesi ile sınırlı kalmayacak, zamanla çeşmelerin klasik dönemden beri devam eden küp gövde biçimindeki kütle biçimlenişinin, çokgen gövdeye dönüştüğü görülecektir.138 Yüzyılın ortalarındaki değişimlere, 1770’li yıllardan itibaren yenileri katılır. Kütlenin düşey gelişimi, çeşmelerin kütle biçimlenişindeki değişimin en belirgin özelliğidir. Emirgân Çeşmesi, meydan çeşmesi anlayışındaki değişimi açıkça ortaya koyması bakımından önemli bir örnektir.
18. yüzyılın sanat anlayışı, genel olarak 19. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. 19. yüzyılın başlarından itibaren girişilen denemeler, çeşme mimarisinde bazı değişimlerin varlığını işaretler. Musluk bölgesinin gömme bir yay kemerle çevrelenmesi, çeşme köşelerinin yivli ve İyon sütun başlığı biçiminde, kare kesitli, derinliği az gömme ayaklarla gösterilmesi en karakteristik özelliklerdir.
Küçüksu’daki meydan çeşmesi (H.1221/M.1806 tarihli), dikey yerleştirilmiş dikdörtgen prizma biçimindeki kütle biçimlenişinin, yeni bezeme arayışlarıyla ortaya döküldüğü, farklı özellikli bir çeşmedir.
Üsküdar’daki III. Selim Çeşmesi’nde (H.1217/M.1802 tarihli) de farklı bir cephe tasarımı ve ilk defa olarak padişahın tuğrası ile karşılaşılır. III. Selim Çeşmesi’nde tuğra kullanımı, III. Ahmed döneminden farklı bir simgeleştirme arayışıdır. III. Selim dönemindeki cephe tasarımı, II. Mahmud ve sonraki dönemde, ampir üslubunun etkisi altında, gelişerek devam etmiştir.
Özellikle, tuğra kullanımı, çeşme aynasındaki madalyon, amfora, tüye dönüşmüş yaprak örgelerinden meydana gelen bir düzenleme görülür. Tâlimhâne’deki II. Mahmud Çeşmesi, yoğun bir sanatsal arayış içindeki bu dönemin klasik örneği olarak kabul edilir.144 Beylerbeyi Çeşmesi (1811), Maçka’daki Bezmiâlem Vâlide Sultan Çeşmesi (1839), Eyüp’teki Pertevniyal Kadın Efendi Çeşmesi (1856), sanatta Batı’ya açılışın ve yeni arayışların yaşandığı bu dönemin en önemli örnekleridir.
Çeşme mimarisinde eklektik anlayışa yönelen yeni bir dönem, Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi’nde (1881) başlayacaktır. Yıldız’daki II. Abdülhamid Meydan Çeşmesi, Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi’ndeki tasarımın bazı yönlerini devam ettiren bir örnektir. Osmanlı-Türk çeşme mimarisi, en son dönemini 20.yüzyılın başlarındaki I. Ulusal Mimarlık Akımı döneminde yaşayacak ve hemen hemen aynı yıllarda (erken 20. yüzyıl) çeşme mimarisinin artık simgesel önemini kaybetmeye başladığını düşündüren arayışlar görülecektir. En bilinen örneği, 1910 yılında, daha önce Paris’te yapılmış olan demir dökme çeşmelerin, Osmanlı sanatına uygun örneklerinin yaptırılıp Galatasaray Lisesi avlusu ve Ziverbey Yolu gibi İstanbul’un çeşitli yerlerine yerleştirilmesidir.
İstanbul’da yüzyıllar boyunca çeşmeler ile birlikte halkın su ihtiyacını karşılayan, başka bir yapı daha vardır. Sebil ya da Sebilhâne.... Sebillerin erken örneklerinin, Selçuklular döneminde kullanılmış olduğu bilinmektedir. Bunlar, belirleyici nitelikleri olan bağımsız yapılar olmayıp, yalnızca musluklu bir tekne veya küpten ibarettir. İçlerinde iyi su bulunan bu su küpleri veya teknelerinin kirlenmelerinin ya da belki de kırılmalarının önüne geçmek için bir mekan içine alınmasıyla,“sebilhâne” denilen, sebil mimarisinin en erken örnekleri ortaya çıkmıştır. Halka içecek su dağıtmak için inşa edilmiş ve “kendine özgü bir kişiliği” olan bu yapıların İstanbul’- daki en eski örneği, fieyhülislâm Efdalzâde Seyyid Hamideddin Efendi’nin Fatih Nişanca’da (H.901/M.1495 tarihli) yaptırmış olduğu sebildir. Klasik devir sebilleri, mimarî açıdan bu dönem çeşmeleri gibi mütevazi ve sade yapılardır. Sebillerin kapalı mekanının hazne duvarında bir çeşme, cephede ise su dağıtımı için, kemerle ya da kirişle oluşturulan, dökme tunç veya demirden şebekeli pencere açıklığı vardır. Sebillerin en ayırtedici özellikleri olan bu şebekeler, klasik dönem Osmanlı sanatına uygun olarak, geometrik veya rûmî motişidirler.

HAMİDİYE SUYUYedikule Hamidiye Suyunu akıtan, bronz, döküm çeşme. 


Mimar Davud Ağa’nın yaptığı Çarşıkapı’daki Koca Sinan Paşa sebili, klasik yapıdaki sebillerin en önemli özelliklerini barındırır. Fakat yine çeşme mimarlığı gibi, sebil mimarlığının da sade yapısı 18. yüzyılda değişmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak, banisinin statüsüne, işlevine ve konumuna göre değişiklikler göstermekle birlikte, Barok-Rokoko üslübu içinde gösterişli yapılar halini aldıkları görülür. fiehzadebaşı’ndaki Damad İbrahim Paşa külliyesinin köşesinde yer alan sebil, Lale Devri’nin sanat zevkini yansıttığı gibi, daha sonraki sebil mimarisine de örnek teşkil etmiştir.
Öte yandan, 18. yüzyılın ilk yarısında çeşme mimarisinde yaşanan değişim söz konusu iki farklı yapının, yani çeşme ve sebilin, ilk kez biraraya getirilmesiyle de kendini derinden hissettirir. Yukarıda değinildiği gibi, Lâle Devri ile birlikte sebillerin de mimarî bağlam içindeki yerleri değişir ve ilk olarak çeşme yapılarıyla veya bir külliyenin parçası olarak birleştirildikleri görülür. Dönem, Osmanlı mimarlığının Barok etkileri göstermeye başladığı dönemdir ve “su” Barok sanatın “karakterinde bulunan” bir öğedir. III. Ahmed Çeşmesi, “çeşme ve sebilden oluşan su köşküdür” ve ayrıca, daha önce değinildiği gibi, Azapkapı Meydan Çeşmesi’nde de yine çeşme ve sebil birliktedir. Eyüp’teki Mihrişah Valide Sultan Külliyesi’nde bitişik olarak yapılmış çeşme ve sebil (H.1795/M.1247 tarihli), sebilin külliyenin bir parçası olarak tasarlandığı en güzel örneklerden biridir.
Osmanlı Devleti’nin sona ermesi, aynı zamanda İstanbul’da birçoğu uzun zamandır kaderine terkedilen çeşme ve sebillerin sonunu işaretler. 1341/1923’te Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı 831 sayılı “Sular Kanunu”, suyun kullanımını ve intifa hakkını belediyelere varmiştir. Söz konusu kanun, modern anlamda belediyecilik yolunda atılan önemli bir adım olmakla beraber, vakışar eli ile görülen yararlı bazı hizmetlerin de ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Sebiller bunların başında gelmektedir. Buna rağmen, halka içecek su dağıtılması konusunda üstlendikleri işlev yüzyıllar boyu şehrin belleğine kazınmış ve hayır olarak dağıtılan sulara sebil denilmeye devam edilmiştir.

MİMAR SİNAN TÜRBESİOsmanlı mimarlığının anıt ismi Koca Sinan'ın "gösterişsiz" türbesi, küçük bir sebilin gölgesindedir. Süleymaniye'de Mimar Sinan Türbesi ve Sebili. 


Osmanlı mimarisinin anıt ismi Koca Sinan’ın, kendi “gösterişsiz” türbesini, Kanûnî Sultan Süleyman’ın hayratı olarak yine kendisinin inşa ettiği düşünülen küçük bir sebilin yanına yaptırmış olması (H.995/M.1587), Osmanlı kültüründe suya ve dolayısıyla su mimarisine verilen büyük değerin aynasıdır.
Abı Hayat  Kolleksiyonu, Adell Armatür Firmasının Özenle Hazırlanmış Bir Tarihi Hizmetidir.
Adell Armatürleri, Koçtaş,Bauhause, Kepez Yapı Market ve Tekzen gibi yapı marketler ve yerel bayileriden edinebiliersiniz.
Adell, Artema, Newarc, Grohe, Kepez Yapı Market, 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye de Yapı Market Pazarı

Doğal Taşların Kullanım Alanları ve Satış Yerleri

Az masrafla bahçenizde yapabileceğiniz 8 düzenleme önerisi